Er mektubu görülmüştür

Uzun bir yolculuktan sonra nizamiye kapısında komutana yolu sorduğumda “buyrun bu taraftan” diyerek gümüş bir kapıyı araladı. Kapı aralanırken çıkan gürültü melodi gibi geldi o an. Hafif kapı gıcırtısıyla karışık G3 sesi gibi tanımlayabilirim şimdi. Tak tak tak takırtttt.. İçeriden gelen hafif çam ve tütsü karışımı koku ile kendimi çok rahatlamış hissettim. Beklediğim gibi değildi. Anlatılan onca kötü hikaye zihnimden uçup gitti. Sarhoş olmuştum sanki. Bir şeyler duyuluyordu belli belirsiz. Başta anlayamadım ama giderek netleşti. Evet evet. New age tarzı yaylalar melodisi yol boyunca bana eşlik ediyordu. Şaşılacak şey. Müzik burada serbest mi? Hemen sağımda ve solumda sohbet eden askerler gözleriyle bana yolu göstererek gülümsedi. Yol boyu nizami boyda kesilmiş yeşillikler içinde yürüdüm. Yaptıkları işten haz aldığı her hallerinden belli bir sürü er ya bahçelerden meyve topluyor ya da bir önceki yağmurda yerlerinden oynamış kaldırım taşlarını şarkı söyleyerek düzenliyordu. Koyu renkli taşları açık renklilerin içine yerleştirip girişe “Canım Annem” bile yazmışlardı. Biraz ilerde dev çam ağaçları, su fıskiyeleri ve içinde renk renk koilerin yüzdüğü süs havuzları gördüm. Cennette gibiydim. Danışmana gidip prosedürün nasıl olduğunu sordum. Bana gayet kibarca “buyrun efendim” diyerek bir el kılavuzu gibi bir şey verdi. Adım adım her şeyin detaylıca anlatıldığı bir harita daha doğrusu. “Değerli vatandaşımız ilk iş 1. bölgeye gitmeniz gerekiyor” diye yazıyordu mesela. Sonra 2. yere ok çekilmiş. Ufak bir monopoly haritası denebilir. Casio F-91w saat ve termal içlik ışıklı bir tabela altında veriliyormuş ve bu ufak bir resimle gösterilmiş. “Saat ve içlik için lütfen fiş alınız” notu ile beraber. O yere gittim. Şaka sanmıştım. Sahiden aynı bankalardaki gibi fiş alıp sıraya girilen bir yermiş.  Askeri üniformalar da hemen yandaydı. 3 güzel kız ölçülerimi alıp bana en uygun kıyafetleri verdiler. Renk olarak ben laciverti seçtim. Çok açık renklere izin yok. Hepsi kişiye özeldi ve hepsinin üstüne adlarımızın yazılı olduğu altın arma daha sonradan ekleniyordu. Disipline hayran kalmıştım. Uyku tulumları, çarşaf ve battaniye özel olarak yataklara getirilecek dendi. Üstünde durmadım. Yerde bile uyuyabilirim. Rahatlığa düşkün biri değilimdir zaten. Sonraki aylarda ne zaman canım sıkılsa saatimi kulağıma dayayıp düğmelerine basacaktım. Dıt dıt. Işığı bile var. Ve sağdaki alarm düğmesine uzun süre basılı tutarsanız kocaman bir Casio yazısı görürsünüz ki bu orijinal olduğu anlamına geliyor. Bu saat çok özel bir saattir. Usame Bin Ladin’den Latin Amerikalı devrimcilere kadar herkes bundan takar. Kurşun geçirmediği şakası koğuşlarda sıkça yapılır ve buna pek gülünmez. Bu saat bile tek başına kendinizi özel hissetmeniz için yeterli. Elbette daha ilk günden bazı tatsızlıklar da oldu. Şampuan ve diş macununun verildiği yerde sonradan Bilkent mezunu olduğunu öğrendiğim Olcay “Bu şampuan kepek yapıyor” diyerek, kıyafet yerinde ise devrem Hasan yanında getirdiği sarı cat marka botlarını giymek istediğinden tatsızlık çıkardılar. İkisini de güçlükle sakinleştirdik. Üst rütbeliler şampuan eksikliğini not aldı ve Hasan’a istediği botu giyebileceğine dair özel bir izin kağıdı verdiler. ‘Bot istirahati’ diye düştüler kayıtlara. Sapsarı botlarıyla çocuklar gibi mutlu olmuştu Hasan. Dedesinin portakal bahçelerini anlatıp durdu aylarca. Neyse bende kendi sabunlarımı ve diş macunumu getirmiştim. Asla başka şeylerle yıkanamam. Vücuduma o kimyasal dolu şeyleri süremem. Daha sonra askerlerin roket dedikleri yüksek bir kuleye çıkıp güzel birkaç bayan doktor ile çay içip fotoğraf çektirdik. Özel olarak herkesle tek tek ilgilendiler. Bir sağlık sorunum olmadığını söylediğim halde daha iyi uyuyabilmem için bana ufak dozda bir sakinleştirici bile verdiler. Hafif bir marijuana türü sanıyorum. Belli bir grama kadar alabiliyorsunuz. Ardından traş olmak için sıraya girdik. Ben her zaman ki gibi yanlardan hafif alıp üstleri bıraktım. Boyatmaya izin yok ama uyarmalıyım. Tüm gün bu koşturmaca ile geçti. Yatağıma uzandığımda ise şöyle dedim: “işte aradığım ortam”. Bizim koğuşa arkadaşlar İlhan İrem koğuşu diyordu. Sürekli o çaldığından olsa gerek. Anlasana, sazlıklardan havalanan, bazen neşe bazen keder, ateşböceği, gemiler… Hepsi çalardı durmadan. Sonraki günler standart prosedürler. Bilirsiniz. Sabah koşusu, içtima, günde birkaç saat nöbet, atılan imzalar ve bunun gibi sıradan şeyler işte. Yemeklerden en çok “kara şimşeği” özlüyorum diyebilirim. Açık büfeden istediğinizi alabiliyorsunuz tabi. Tercihinize kalmış. Etrafta gördüğüm bazı eksiklikleri yazıp “şikayet kutusuna” attım. Bu arada ranza sistemi de birkaç yıl önce kalkmış. Ortopedik bazalar tercih ediliyormuş artık. Üstelik her yastık kılıfı ve çarşaf bayan temizlikçiler tarafından her gün yıkanıp tekrar konuyor. Mis gibi kokusu hâlâ burnumda. Ben dönerken her yatağın yanına uydu alıcılı ufak bir plazma tv konulmaya başlanmıştı. Nöbet sonrası film izlemek isteyenler için mini sinema salonları zaten vardı. Yeterli gelmemiş demek ki. Bu arada kötü yorumlar yapan kimseyi ciddiye almayın. Halkı askerlikten soğutma amacı güden uluslararası bir komplo var bu konuda. Sizi korkutmalarına izin vermeyin. Bölgesel değişiklikler olabilir elbet ama ortam buna yakın. Hayırlı tezkereler.

Yorum bırakın